Bu hafta, geçen haftalardaki yazılarımın devamı olarak dünyaca ünlü Vatikan Müzelerinin ve tabii sanat dünyasının en etkileyici eserlerinden bir olan Michelangelo’nun Sistina Şapelini, değerli Blog Takipçilerime ve misafirlerime anlatmak istiyorum. İşte son bölüm…
Tavana Ulaşmak
Açıklığa kavuşması gereken başka ve büyük bir sorun daha vardı. Sistina Şapeli’nin tavanı 18 mertenin üzerindeydi ve gerçek tabloyu yapmak için fiziksel olarak oraya çıkmak hiç de kolay bir iş değildi. Geleneksel sabit bir iskele, şapelin koridorlarını tıkayacağı için iyi bir fikir değildi ve Michelangelo’nun çalışmaları devam ederken bile ayinlerin ve törenlerin devam etmesi gerekiyordu. Böylece Michelangelo ve meslektaşı Piero Rosselli, uzaktaki tavana ulaşmak için duvarın yukarısında köşelerdeki desteklerden çıkıntı yapan ve böylece zemini serbest bırakan ustaca bir mobil iskele sistemi tasarladılar.
Size Michelangelo’nun, sırt üstü yatarak resim yaptığını söyleyen kimseyi dinlemeyin ve inanmayın, aslında o ayakta duruyor, yukarıdaki ıslak sıvaya ulaşmak için fırçasını başının üzerine doğru uzatıyor ve işini başarıyla yapıyordu.
Bununla birlikte, iskele ile tavan tonozunun arasındaki küçük alanda sıkışıp kalıp, her gün 12 saatten fazla bir süre boyunca başını yukarıya kaldırıp aşırı dik bir açı ile resim yapmak inanılmaz derecede klostrofobik olmalıydı. Çalışmalar ilerliyordu, Michelangelo’nun her gün saatlerce katlanmak zorunda kaldığı fiziksel gerginlik, onun yıllar boyu sağlık sorunları ile yaşamasına da neden olacaktı.
Hatta Michelangelo, bu işin kendisine verdiği sürekli rahatsızlıktan yakınan bir şiir bile yazdmıştı; “Sakalının nasıl cennete döndüğünü”, “Göbeğinin çenesine nasıl değdiğini”, Beyninin “tabutta ezildiğini” ve boynunda guatr oluştuğunu bu şiirde sanki yaşar gibi anlatmıştı, çünkü yaşamıştı. Yüzüne durmadan boya damlaları sıçırıyordu. Michelangelo’nun Sistine Şapeli’nde neyi başardığını gören herkes için şiirinin hüzünlü kelimeleri çok anlamlıdır. ‘Resmim öldü…Doğru yerde değilim, ressam değilim.’ Keşke hepimiz Michelangelo kadar kötü resim yapabilseydik!
Tek başına mıydı?
Gördüğümüz gibi, Michelangelo’nun tüm kubbeyi tek başına boyadığı şeklindeki eski hikaye pek de doğru değildir; asistanlardan yardım aldı ve bu yardım sadece alçıyı karıştırmak, pigmentleri öğütmek, iskeleyi hareket ettirmek ve eskizleri hizalamak gibi sıradan işlerde yardımcı olmak için değildi. Resmin daha az önemli bazı yönleri de asistanlara devredildi, örneğin ana resimlerin kenarlarında uçuşan küçük meleklerin yanı sıra meşe yaprakları ve diğer dekoratif detaylar gibi.
Michelangelo’nun memleketi Floransa’dan 1508’de gelen dört asistanın adını bile biliyoruz: Bastiano da Sangallo, Giuliano Bugiardini, Agnolo di Donnino ve Jacopo del Tedesco. Daha sonra çok ünlenecek olan asistanlar Ustalarına göre doğal olarak daha düşük bir ücret karşılığı çalışıyorlardı. Projede herhangi önemli bir görevin kendilerine emanet edilmesi pek mümkün görünmüyor.
Ancak bu devasa görev sırasında hiç kimsenin Michelangelo’ya bir çivi bile uzatmadığına dair efsanevi hikaye kelimenin tam anlamıyla doğru olmasa da, bunda bir miktar gerçeklik payı vardır. Michelangelo’nun hiçbir zaman bu görevin çoğunu Asistanlarına devretmedi ve vermedi. Çoğu çağdaşının atölyelerinde olduğu gibi resim sanatını da benimsemişti ve sırlarını göstermek, işlerini kendi eli ile diğerlerine devretmek konusunda isteksiz olduğu biliniyordu. Michelangelo, emeğinin büyük çoğunluğunu, yalnızca sanat tarihine kalıcı bir damga bırakma konusundaki inanılmaz kararlılığıyla, yalnızdı ve yalnız kalmayı da tercih ediyordu.